جزییات کتاب
"Eros ve Uygarlık: Başlık iyimser, örtmeceli, giderek olumlu bir düşünceyi anlatıyordu: İleri işleyim toplumunun başarımları insanı ilerlemenin yönünü tersine çevirmeye, üretkenlik ve yoketmenin, özgürlük ve baskının öldürücü birliğini kırmaya yetenekli kılacaktı; başka bir deyişle, Ölüm pazarlamacılarına karşı uyumlu bir savaşımda, insanın dünyasını onun Yaşam İçgüdüleri ile uyum içinde şekillendirmek için toplumsal gönencin nasıl kullanılacağını gösteren gay bilimi (gaya sciencia) öğrenme olanağını yaratacaktı. Bu iyimserlik egemenliğin sürekli benimsenişi için gerekçenin bundan böyle geçerli olmadığı, darlığın ve zahmete gereksinimin egemenlik dizgesinin korunması çıkarına salt 'yapay olarak' sürdürüldüğü varsayımı üzerine dayanıyordu. Bu 'eskimiş' gerekçenin daha da etkili toplumsal denetim biçimleri tarafından (yerine başkası konmadıysa da) büyük ölçüde güçlendirilmiş olduğu olgusunu gözardı ettim ya da önemsemedim. Topluma varoluş savaşımını barışçıllaştırma yeteneğini vermiş olan güçlerin kendileri bireylerde böyle bir kurtuluş gereksinimini baskılamaya yarıyordu. Yüksek yaşam ölçününün insanları yaşamları ve yöneticileri ile uzlaştırmaya yeterli olmadığı yerde ruhun 'toplumsal mühendisliği' ve 'insan ilişkileri bilimi' zorunlu libidinal katheksisi sağlarlar. Gönenç toplumunda, yetkeler egemenliklerini aklamaya pek zorlanmazlar. Beklenenleri yerine getirirler: Uyruklarının eşeysel ve saldırgan erkelerini doyururlar. Yokedici gücünü öylesine başarı ile temsil ettikleri bilinçaltı gibi, onlar da iyinin ve kötünün bu yanıdırlar, ve mantıklarında çelişki ilkesinin hiçbir yeri yoktur. " (Herbert Marcuse, Eros ve Uygarlık, "Politik Önsöz"den.) (Tanıtım Bülteninden)“Usun üstünde hiçbir yetke yoktur” :: “Es gibt keine Instanz über der Vernunft” (Sigmund Freud, Bir Yanılsamanın Geleceği, 1927). “[İ]çgüdüsel yeteneğimizi denetlemek için elimizde usumuzdan [Intelligenz] başka hiçbir araç yoktur. Düşünce yasaklarının denetimi altında duran kişilerden ruhbilimsel ideale, usun birincilliğine erişebilmelerini nasıl bekleyebiliriz?” (aynı yer.) Freud’un uygarlık kuramı evrensel bir insan doğası varsayımı üzerine dayanır, ve—Platon’dan Hegel’e idealizm tarafından aklanan bakış açısıyla uyum içinde—insan tüm doğal/ekinsel ayrımlarının üstünde ve ötesinde duygusal ve ussal bir bütün olarak alınır. İnsanlığın tüm düşmanca bölünmelerinden sorumlu olan ‘uygar/ekinsel’ karşıtlıklar gerçekte insanın henüz eksiksiz insana gelişmediğini, henüz duyusal ve ussal doğasının kendisini baskıladığını anlatırlar. Freud’un ruhçözümlemesi insan kurtuluş ve özgürlüğüne bağlılığında felsefe ile, idealizm ile baştan sona aynı ereğe bakar. Ve tüm yalancı ‘felsefeler’in, tüm pozitivizm ve pragmatizmin, ve tüm baskıcı ideolojinin çürütülmesidir. Elbette özdekçiliğin de. Ve elbette Frankfurt Okulunun da. Freud gerçekliğin ve özgürlüğün kampında çarpışan bir insandı. Giderek, hemen hemen düşünen herkesin özgürlük adına despotik ideolojiye sarılmaktan daha iyisini bilmediği yirminci yüzyıl Avrupasında şiddete ve baskıya yalnızca Us adına ve hiçbir ideoloji ile pazarlık etmeden karşı çıkmayı göze alan biricik düşünürdü. Bütün bir modern çağın, bütün bir Batı uygarlığının bir kendini aldatma, sömürü, türesizlik, paranoya ve saldırganlık düzleminde işlediğini doğrulamaktan korkmadı. Ama bunu ideolojik nefret adına yapmadı. Tam tersine, Eros'un insanın özsel belirlenimi olduğunu, insanın yazgısının Eros'un Ölüm İçgüdüsü ile kavgası tarafından belirleneceğini ileri sürdü. Onun için Eros “varlığının özü”dür, ve Eros’un “amacı” “çoktan bir yapma”dır (Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları, V, 1930). “[U]ygarlık bireyleri [ve] ulusları daha büyük bir birliğe, insanlık birliğine kaynaştırmayı isteyen Eros’un hizmetindeki bir süreçtir” (VI). Freud'un bakış açısı onun yaşadığı nihilist döneme karşın en sonunda umutsuz bir bakış açısı değildi. Kesinlikle Eros’un yenik düşeceğini ileri sürmedi. Umutsuz olduğu şey, hiçbir kurtuluş şansı tanımadığı şey—aslında bilinçaltı ve bilinçüstü bir dilek olarak yokolmasını istediği şey—Batı tininde en yeni ve bütün bir tarihteki en denetimsiz anlatımını bulan saldırganlık, açgözlülük, duyunçsuzluktu. Batı ekininde, doğuşu bütün bir dünyanın sömürüsü ve evrensel bir türesizlik ile birlikte giden bu ekinde onun tarihsel yitişinin önüne geçebilecek hiçbir ilerici güdü, hiçbir devrimci istek, hiçbir ussal dilek göremedi. Batı ekininin insanlığı birleştirecek bir ilkesinin olmadığını, tersine insanlığın bu gezegendeki varoluşunu gözden çıkarabilen bir sadizme yetenekli olduğunu göstermeye çalıştı. Ve doğrulandı. Elbette Batının entellektüel derinliği tarafından değil, ama tam tersine barbarlığı tarafından, bu bilincin yol açtığı insanlık dışı olaylar tarafından: A.B.D., Almanya, İngiltere, İsviçre, İsveç, vb. tarafından, yeryüzünü bir deliler evine çeviren bu modern duyunçsuzluk tarafından. Afrikalıdan Amerikan Yerlisine, Yahudiden Hintliye dek maymundan pek ayrı görülmeyen insanlığın yöntemli, bilinçli ve etkili olarak yokedilişi tarafından, savaşın irrasyonalizmi tarafından bile doyurulamayan yokedicilik içgüdüsü tarafından, savaşmayan insanlığı ortadan kaldıran bir nihilist ekin tarafından. Freud Usun üzerinde hiçbir yetke olmadığını kabul etti. Ve Batıyı Usun bu yetkesi ile karşıtlık içinde gördü. Tüm felsefeciler gibi, düşünen her duyarlı insan gibi, usdışı Batı ekini tarafından yalnızca dışlandı. Freud bir araştırmacıydı, ve tamamlanmış bir insan ve uygarlık kuramı sunmadı. Düşünceleri, çözümlemeleri tüm dünyanın gözleri önünde gelişti, ve usun saltık değerinin ve gücünün kavranmasına doğru evrimlendi. Buna karşı, Marcuse’nin ve Frankfurt Okulunun Freud’a yaklaşımları baştan sona pragmatik ve yararcıydı. Ruhçözümlemeyi daha baştan ölü doğmuş bir ideolojiye yaşam verebilmek için kullandılar. İnsan özgürlüğünü ve istencini hiçe sayan ekonomik determinizmi reddetmek yerine, ona bir derinlik ruhbilimi ile, Freud’un ruhçözümlemesi ile yaşam kazandırabileceklerini düşündüler. Bu düzeye dek, Okul dünyayı anlamadan yalnızca sürekli şiddet yoluyla değiştirmeyi isteyen, tarihi açıkça bir terör devletine, istençsiz, özgürlüksüz bir despotizme geri döndürmeyi öneren marxist ideolojiye bir tepki olarak biçimlendi. Bu herkese kuramcılıkta yeni bir aşama olarak göründü. Ulaşılan yeni bakış açısından, tüm Batı uygarlığı bir ruh hastası, sağaltıcı ise özdekçi ideolog oldu. Tasarın tuhaflığı temel kategorilerinin ideolojiye yakışmayan birlikteliğinden gelir: Ruh ve Özdek. Frankfurt Okulunun ruhçu-özdekçi bakış açısı bir kez daha felsefesiz Batı entellektüelinin yalnızca saçmaya, yalnızca hiçliğe yazgılandığını gösterdi: Horkheimer (sonunda açıkça gericiliğe geri dönüş, Papa ile uzlaşma); Walter Benjamin (Mesihçi özdekçilik); Reich (Orgonomi); Adorno (Estetikçilik); Fromm (???—Hiçbirşey). Marcuse klasik anlamda bir felsefeci değildi. Aslında, kendine hiçbir zaman anlama fırsatını vermediği felsefeye karşı, idealizme karşı en eğitimsiz önyargılarla saldırmada da bir sorun görmedi. Bu tutum özgürlükçü Marcuse’de de onun en ussal ideallerini çürüten, onu entellektüel hiçliğe yitenlerin arasına yazgılayan yandır. En sonunda altyapıya—özdeksele ve içgüdüsele—göreli olan Eleştirel Kuramın insan Özgürlüğünü ve Değerini kurtaracak tek bir kavramının bile olmadığını bildiren kendisiydi. Ama felsefeye karşı ve özdekçilikten yana tutumu gene de Marcuse’yi dört dörtlük bir despot yapmaya yetmedi. Ve Batı ekininin ötesine geçen kategorileri, Usun kendisini kavramayı başaramasa da, bu ekinle uzlaşmayı reddetti, sonuna dek Büyük (ya da daha doğrusu küçük) Reddedişe bağlı kalmada diretti. Batının cılız duyuncunu rahatsız etmeye, insanlığa ve kendine karşı suçluluk duygusunu bilince çıkarmaya çabaladı. Freud’u yorumu imgesel ve düşlemsel bağlarla tutturulan, özdekçi öğelerle parçalanan duygudaş bir tablodur. Sigmund Freud yalnızca Gerçekliğin Kurtuluşa götüreceğini biliyordu. Herbert Marcuse bilmiyordu.
درباره نویسنده
هربرت مارکوزه (به آلمانی: Herbert Marcuse) (زاده ۱۹ ژوئیه ۱۸۹۸ - درگذشته ۲۹ ژوئیه ۱۹۷۹) فیلسوف و جامعهشناس آلمانی و از اعضای اصلی مکتب فرانکفورت بود.